Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Son 15 yılda üç ciddi ekonomik krizle karşılaştık. Bilim adamları bu krizlerin nasıl aşılacağı konusunda bir yığın tartışma yaptı. Ama bir türlü ülkede kalıcı ve sosyal dengelere duyarlı bir büyüme modeli oluşmadı ve krizler yeniden oluşabildi. Ekonomide amaç, refahın hızlı biçimde artması ve adaletli biçimde paylaşılmasıdır. Bu doğrultuda baktığımızda (ülkenin tutucu kesimi aksini savunsa da) ülkemizde çok parlak bir performans sergilenmediği ortadadır. İstikrarsız, ardı ardına gelen krizlerle dolu bir ekonomi tarihimiz var. Özetle belirtelim ki, artık Türkiye’nin yeni bir ekonomik modele gereksinimi kaçınılmaz.

Haberin Devamı

Denetimsiz, sınırsız iktidarlar
Gelelim siyasal krizlere. Ülkemizde siyasal krizleri saymak zordur. Kolayı siyasal istikrarın olduğu dönemleri saymaktır! Bunun da nedeni ülkemizde siyaset ülke sorunlarının çözümünün bir aracı olarak görülmez, bir hükümranlık arayışı olarak görülür. Açık yürekle kabul edelim ki, Türkiye’de (başkanlık sistemlerini hak getirecek biçimde) başbakanlar hegemonik güce sahip olmuşlardır. Dün de, bugün de.
Demokratik rejimin ülkemizde sıklıkla krize girmesinin asıl nedeni işte bu denetimden ve sınırlanmaktan hoşlanmayan iktidar gücüdür. Siyaet bizde hoşgörü üzerine değil, siyasal taraflar arasında tırmanan husumet üzerine yapılanır. Oysaki, demokrasinin gelişmesi iktidarın sınırsızlığına değil, aksine denetlenerek, toplumun farklı kesimleri arasında uzlaşma arayışına bağlıdır.
Şimdi bu gerekler çerçevesinde hafızamızı zorladığımızda en büyük siyasal gerginliklerin iktidarların büyük parlamenter çoğunlukları elde ettiğinde, denetlenme ve sınırlanmalar karşısında büyük tepki gösterildiğinde oluştuğu görülür. Menderes’in DP iktidarı, Özal’ın ANAP’ı ve Erdoğan’ın AKP’si bunun en güzel örnekleridir.

Uzlaşma kültürü yerine öç alma
Son günlerde Türkiye’de yaşananlar kimilerine göre demokrasi üzerinde askeri (ve yargı!) vesayetinin yargılanarak yok edilmesi, kimilerine göre de laik devletin iktidar tarafından fethedilmesidir. Fakat üzücü olan, toplumun tam bir şok yaşamasına rağmen ilk kesimin bunu normalleşme olarak nitelemesi. Demokrasi bir uzlaşma rejimi olduğuna göre bu yaşananlar aslında demokrasiyi yok etmek için atılan adımlardan öte değil.
Bu kriz cumhuriyet tarihinin en temel, en zorlu krizlerinden biri olacak görünüyor. Çünkü tıpkı selefleri (1955 sonrası DP, 1987 sonrası ANAP) gibi, ekonomide dengesizliklerin tırmanması nedeniyle AKP iktidarı hızla oy kaybediyor. Diğer yandan da her türlü uzlaşmadan kaçınır tavırda olması gerginlikleri daha da tırmandırıyor.
Peki, bu uzlaşma nasıl aranacak? Bunun için demokratik rejimimiz içinde en önemli kurum Cumhurbaşkanlığı. Cumhurbaşkanı Gül zaman zaman uzlaşmacı merci gibi davransa da, iki yıl önce parlamenter bir uzlaşma içinde seçilmediği için, yaşanan krizleri yatıştıramıyor. Türkiye’de demokrat geçinenlerin kendi içlerindeki çelişkisi de bu. İktidarın sınırsız olmasını demokrasi olarak niteliyorlar ama aslında demokraside iktidar sınırlı ve uzlaşmacı olmalı. Onların istediği sadece hegemonik iktidarlar ve kriz yaratıyor. Toplum da huzursuz oluyor.