Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Onca zorluğuna, kaosuna rağmen hayat enteresan bir şey! Her gün yeni bir şey öğreniyorsun, şaşırmam artık dediğin anda hayretten kalakalıyorsun. Yaşamak bir hikaye, kendininkini yazarken başkasınınkini okuyorsun! Şimdi bahsedeceğim hikaye de bunlardan biri! Ben duymamıştım bu olayı da, altında gizli aile dramını da! O halde gelin yıllar önceye- 1924 yılına gidelim birlikte! Adolf ve Rudolf kardeşlerin, günümüze damgasını vuran müthiş hikayesine;

Almanya’nın Bavyera eyaletinde doğup büyüyen Rudolf ve Adolf kardeşler, yirmili yaşlarına geldiklerinde ayakkabı işine girişirler. Tarih 1924’ü gösterirken annelerinin çamaşırhane olarak kullandığı yeri düzenleyerek Dassler Kardeşler Ayakkabı Fabrikası’nı kurarlar ve ayakkabı üretimine başlarlar. Gece gündüz demeden çalışırlarken bölgede baş gösteren enerji sorununu aşmak için bisikletten ürettikleri elektrikle derileri parçalayıp üretimi aksatmazlar. Fabrikanın misyonu, atletizmde kullanılması için ergonomik ayakkabı üretmektir. Doğuştan gelen yetenekleri vardı Dassler kardeşlerin; Adolf ayakkabıların tasarım ve üretiminde başarılıyken Rudolf, satış ve pazarlama konularında yetenekliydi. 1936 Berlin Olimpiyatlarında rekorları alt üst eden siyahi atlet Jesse Owens’ı el yapımı sivri uçlu ayakkabıları giymeye ikna eden Dassler kardeşlerin adı ve ayakkabılarının şanı, sporcular ve eğitmenler vasıtasıyla dünyaya yayılır. Tabi araya evlilikler ve eşler girer de kıskançlık tohumları filizlenmez mi! Karşılıklı laf sokmalar, derinleşen fikir ayrılıkları ile 2.Dünya Savaşı’nın başlarında iki kardeşin arası iyice bozulmuştur artık. İlişkilerin tamamen kopması ise savaşın sonlarına doğru yaşanan bir olayla olur; Rudolf düşman askerlerinin şehre girmesiyle karısını alarak Adolf ve eşinin bulunduğu sığınağa gider Rudolf’un sığınağa girdiği anda Adolf abisine doğru; “Lanet olsun, geldiler yine!” der. Adolf sonrasında bu sözü Rudolf’a değil, düşman askerlerine söylediğini iddia eder ama Rudolf alınmıştır bir kere! Bu olaydan sonra kardeşler başlarına ne gelirse diğerinden bilmeye başlar, ayrılır zilleri yüksek sesle çalar. Savaş devam ederken düşman ordusu, kardeşlerin fabrikasına el koyar. Hayatına refah içinde devam etmek isteyen Adolf, Amerika ile yakınlaşırken Rudolf Hitler için istihbarat toplarken yakalanır ve tutuklanır. Amerika tarafından hazırlanan raporda Rudolf’u ihbar edenin kardeşi Adolf olduğu yazmaktadır. İşte bu olay kardeşler arasındaki bağı tamamen koparır. Adolf, abisi Rudolf ile olan ortaklıklarını bitirip 40 tane çalışanı alarak yeni bir şirket kurar. Bu şirkete isim verirken kendi isim ve soy isminin ilk hecelerinden oluşan ADİDAS markası ortaya çıkar. Rudolf da fabrikada kalan 13 işçiyle yoluna devam eder ve Ruda şirketini kurar. Sonrasında daha atletik bir isim olması için Ruda’dan vazgeçer ve şirketinin adını PUMA olarak günceller. Kardeşlerin kurduğu bu 2 fabrika, 2.Dünya Savaşı sonrası Almanya’sı için ilaç olsa da fabrikaların bulunduğu Herzogenaurach şehri için durum pek öyle değildir. Şehir bu olaydan sonra ikiye bölünür, ilkokula giden çocuklar bile Adidas ayakkabı giyenler, Puma ayakkabı giyenler olarak gruplaşır. Marketler, lokantalar ve bilumum ticaretle uğraşan dükkanlar da bu ayrışmaya dahil olur. O kadar ki 2 şirkette çalışanların birbirleriyle flört etmesi ve evlenmesi yasaklanır. Ayrışma ülke çapına yayılır. Alman futbol tarihinin en büyük futbolcularından birisi olan Lothar Matthaeus bile ilk profesyonel sözleşmesini imzalarken bu ayrışmadan nasibini alır. Matthaeus, Babası Puma’da çalıştığı için forma sponsoru Adidas olan Bayern München’in teklifini reddeder ve formaları Puma tarafından hazırlanan Borussia Mönchengladbach ile sözleşme imzalar. Zamanla durum daha da ileri gider ve insanlar artık birbirlerinin ayakkabılarına bakarak arkadaşlarını seçerler. Kardeşler arasındaki küslük ölene kadar bitmez. 4 yıl arayla ölen kardeşler, aynı mezarlığın iki uzak kösesine defnedilirler.

Haberin Devamı

Düşünüyorum da dünyaca ünlü 2 marka ve bu markaları yaratan 2 küs kardeş! Onca başarı, para, şan, ünvan, tutar mı bir kardeşin yerini! Ölürken yanında götüremeyeceğin şeyler için, senin için ölebilecek birini kaybetmeye değer mi!

Haberin Devamı

“Kardeşlik, düşmesin diye tutmak, bırakmayacağını bilerek dayanmaktır!” Kardeş sahibi olmamak şansızlık, varken bir kardeşin, değerini bilmemek de yazıktır, ayıptır!

Haberin Devamı

……………………………………*………………………………………………………..

Bir ba ile başlar bütün hikaye;

Ve gelelim haftanın önemli gün ve etkinlikler kapsamındaki zirve ismine!

18 Haziran Babalar Gününe!

Baba; Yaradanın yaratırken vesile kıldığı adam, ‘y’ kromozomlarının en yücesi, en şefkatlisi!

Bir ‘ba’ ile başlar bütün hikaye!

Açarsın gözlerini hayata, bakınırsın etrafa! Kucağında huzurlu olduğun annendir tamam da peki ya etrafta kasılarak gezinen, seni gururla etrafına gösteren, göz göze geldiğinizde sana keyifle gülümseyen tok sesli, kocaman adam da kimdir? Doğunca kucağında ağlamadığınız iki kişiden biri, henüz anne karnında sesine en çok aşina olduğunuz kişidir o!

Sonra ikinci ‘ba’ dönemi başlar; Yaslanıp ayakta durduğun sağlam bir duvar, dünyaya tutunduğun sıkı bir halattır artık o! Kocaman kanatlarıyla öyle sıkı sarılır ki korkutamaz artık sizi hiçbir şey, dokunamaz teninize hiçbir rüzgar. Dün- bugün- yarındır ba-ba, varoluşun ta kendisidir. Ve bir mucizeden çok daha farklı belki daha özeldir çünkü baba doğulmaz, baba olunur!

‘Nasıl hep gülümseyebiliyorsun’ diye soruyorlar bana;

Hayatın çok da ciddiye alınmaması gereken en ciddi iş olduğunu anlatmaya çalışıyorum onlara. ‘Güçlü olmak, zor iştir’ diyorlar; Güçlüklerle savaşmanın hazzını duymayı, fırtınalarda ayakta kalmayı, korktuğumu kendime itiraf edebilecek kadar cesur olmayı öğrettiğini bilmiyorlar ki baba! Şerefli bir mağlubiyette mağrur ve dik kalmayı, zaferleri sakinlik ve mütevazilikle karşılamayı senden öğrendiğimi anlatıyorum gururla! ‘Hangi mesleği yaparsan yap, önce iyi bir tamirci ol kızım’ dediğini hatırlatıyorum arada; ‘Çabuk onar kırdığın kalpleri ve duyarsız kalma kendi kırık kalbine! Sevgine layık biriyse tut ellerinden, değilse gitmesine izin ver yüreğinden!’

Yüreğimin en kuytusu, acıtan yaralarımın sihirli doktoru;

Dediğin gibi yapıyorum, ömrümle iyi geçinmeye bakıyorum. Kin büyütmüyorum kalbimde, herkesi sevmeye çalışıyorum. Hayata parmak uçlarımla değil sımsıkı tutunuyorum. İşime gücüme, dostluğa, sevgiye önem veriyorum. Paranın amaç değil araç olduğunu bilecek kadar akıllı, insanlar için bir şeyler yapabilecek kadar şanslı olmak istiyorum. Yüreğimin sesini dinliyorum, onun pesinden gidiyorum. Öğrettigin gibi önce kendimi mutlu etmeye calışıyorum ki etrafımı mutlu edebileyim. Yüzümdeki gülümsemeyi korumaya calışıp öfkenin ve derdin esiri olmuyorum. Veee ne kadar kızsan da diş macununu hala ortadan sıkıyorum, karpuz sevmiyorum, öfkelenince gözlerimin dolmasına engel olamıyorum. Olsun, sen yanımdasın ya, ben yine de bir çaresini buluyorum!

Bekarlık sultanlıktır tamam ama aile olmak da saltanattır! Bu saltanatın da kralı baba’dır!

Büyümek zor iş ama galiba başardım ve nihayet anladım;

Prenses olmak için prense ihtiyacım yok,

Çünkü ben zaten Kralın Kızıyım!

“BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!”

…………………………………………..*……………………………………………………

Şairler, Haziranda mı Ölür?

“Yeşil sessizlikti, ıslak ışıktı! Haziran ayı, bir kelebek gibi titredi!” demiş Pablo Neruda haziran için!

Yazın müjdecisi Haziran, bahardan devralır güneşi, yeşili, çiçeği, böceği! Geç kararan havalar, bahçeye kurulan sofralar, şen kahkahalarla umudun ayı bence haziran!

Lakin bu sıcacık, aydınlık ay, tuhaf bir ironiyi de barındırıyor içinde! Çünkü kendisi bir yandan koca kışın ardından gelen şükür bir yandan da Türk edebiyatına karşı boynu eğik bir özür; Bütün şairler haziranda mı ölür?

2 Haziran’da Orhan Kemal’i ve Ahmed Arif’i, 3 Haziran’da Nâzım Hikmet’i, 4 Haziran’da Ahmet Haşim’i, 7 Haziran’da Cahit Zarifoğlu’nu 13 Haziran’da Cemil Meriç’i, 15 Haziran’da Peyami Safa’yı, 17 Haziran’da Ahmet Muhip Dıranas’ı anarken düşündüm, bütün insanları eşitleyen ölümün elinin, aynı ayda dokunduğunu onlara!

Boşuna yazmamış yani ‘Haziranda ölmek zor’ şiirini ünlü şair Hasan Hüseyin Korkmazgil!

Ölüm hiçbir zamana yakıştırılmaz ana hazirana da hiç yakışmaz ya! Doğa, binbir rengi ve kokusuyla şenlendirmişken yaşamı haziranda, koşmak- atlamak-zıplamak gerekirken yağmurla bereketlenmiş topraklarda, reva mıdır yatmak soğuk toprak altında! Hazan mevsimi gelir ölüm deyince aklıma, düşen yapraklar, puslu havalar, ılık yağmurlar ölümü hatırlatır bana! Cıvıl cıvıl öten kuşları, çiçekleri- dalları, erikleri- kirazlarıyla ölünmemeli haziranda!

E ne yapılır haziranda derseniz, doğacaksın mesela! Oktay Rifat, Özdemir Asaf, Atilla İlhan gibi haziranda doğacaksın! Çiçek açacak dizeler, şenlenecek kafiyeler, bayram yapacak şiirler!

Karanlık gökyüzünün yıldızlara sarıldığı, bulutları yırtan güneşin sıcak kollarıyla sarmaladığı, denizin mavi kahkahalarıyla renk kattığı aydır haziran! Tatil zamanıdır ve iple çekilen zamandır!

O halde kaybettiğimiz şairlerimiz, nurlar içinde yatsın!

Haziranla birlikte yaz resmen başlasın!

…………………………………………..*………………………………………..

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Vefatı; Gafları, yaşadıkları, renkli hayatı ile manşetlerden düşmeyen İtalya eski başbakanı Silvio Berlusconi’nin kaybı oldu! Türkiye ile olan yakın ilişkileri ile de tanınan Berlusconi aynı zamanda  bir İtalyan medya imparatorluğunun kurucusu ve sahibidir. Forbes dergisine göre de İtalya'nın en zengin insanıdır. Renkli hayatı, basına yansıyan ilişkileri, evlilikleri derken bakalım açılacak mı art arda miras davaları! Allah rahmet eylesin Berlusconi, dilerim ki öbür tarafta rahat durasın!

Haftanın Kazığı; Lahmacun fiyatı- Bodrum mekanları paritesi oldu! Her yazın vazgeçilmez polemiği Bodrum  beach’lerinde fahiş fiyata satılan lahmacun, gündeme hızlı bir giriş yaptı. Bir lahmacunun 450-TL’ye satıldığı Bodrum’da kabahat bunu satanlarda mı, para verip alanlarda mı; Bir gün anlayacak mıyım acaba?

Haftanın Şampiyonu; Gönül isterdi ki bizim ülkemizden olsun ama biz şampiyonaya ev sahipliği yaptık o bir şey, sağ olsun! İstanbul'da oynanan UEFA Şampiyonlar Ligi finalinde rakibi Inter’i mağlup eden Manchester City, sezonu 3 kupayla kapatırken taraflar şehri maviye boyadı! Teknik Direktör Pep Guardiola ve oyuncular tarihi bir sezonu geride bırakırken sezon keyifli bir şölenle noktalandı! Helal olsun valla, darısı başımıza inşallah!

Haftanın Vazgeçişi; Teknoloji dünyasından geldi! Önde gelen sosyal medya uygulamalarının sahibi şirket Meta, kısa bir süre önce Instagram ve Facebook'ta NFT içeriklerin üretilip satılmasına olanak tanıyan bir sistem oluşturmuştu. Ama bu macera kısa süreli oldu, 1 yıldan kısa bir süre sonra, Meta NFT'lerden vazgeçtiğini duyurdu! Meta da NFT’ den vazgeçtiyse dijital koleksiyonculuk bitiyor mu? Bir NFT sahibi olamadan bitmeseydi bari, incirler olana kadar kalsaydı bari!

Haftanın Vizesi; Schengen yengemizden! Avrupa Birliği, Schengen vizesi uygulamasında yeni döneme geçiyor. Yürürlüğe girecek yeni yasayla pasaportlara yapıştırılan vizeler dijital hale gelecek. Vizeler iki boyutlu olarak barkod üzerinden verilirken, gerekli evraklar tek bir internet platformu üzerinden işlenecek! Böylece pasaport geldiydi gittiydi derdi sona erecek! 

CANSEN ERDOĞAN