Şansal Büyüka

Şansal Büyüka

sansal.buyuka@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İnsanlığı ile gazeteciliği yarışan bir isimdi Nezih Alkış... İkisinde de uzak ara şampiyondu... Sıkça kullanırım; “Öldükten sonra yaşamak istiyorsan, yaşarken ölümsüz bir eser bırakacaksın…“ O kadar derin izler bıraktı
ki, ölmesi ve unutulması mümkün değil...

Gazetecilik mesleğinde bir yere gelebildiysem; O’na çok şey borçluyum…
Hocamdı… Başöğretmenimdi…
Şefim oldu… Müdürüm oldu…
Sonrasında;
Katıksız Abim, hakiki dostum oldu…
Nezih Alkış; Hayatımda derin izler bırakan Usta… Maalesef kaybettik…
Milliyet’in efsane müdürü Namık Sevik’in odasından içeri, bir gazeteci adayı olarak titrek adımlarla girdiğimde, Nezih Abi’yi çağırdı… “Nezih“ dedi, “Al bu genci bir masaya oturt“…
Nezih Abi ile servise çıktık, yanındaki masayı bana verdi… En önde ve yanında… Üstelik masalar bitişik…
Gazetecilikte en büyük şansım, Nezih Alkış gibi efsane bir haberciye, masa komşuluğu yapmak oldu…
Hergün ve gün boyu sürekli O‘nu izledim…
Haberi nasıl kovalıyor, nasıl kopartıyor, nasıl yazıyor, manşete nasıl asıyor…
Nefes alışını bile ezberledim…
Yarım asırı bulan gazeteciliğimde böyle bir haberciye rastlamadım…
Yıllarca müdürlük yaptı ama muhabirliği, haberciliği hiç bırakmadı...
Her cebinden onlarca kağıt parçacığı çıkardı…
Her birinde ya bir telefon numarası ya da önemli bir haberin şifreleri…
Bazen aradığı not kağıdını bulamaz, bütün ceplerini masaya boşaltır, habere giden notu dakikalarca arar ve bulurdu…
Sonra o haberi manşete asardı… Bir gün kendi imzasını kullanmadı…
Hep haberle ilgili muhabirin imzasını attı… Muhabirlerini çevreye güçlü göstermeye bayılırdı…
Alan değil, veren adamdı…
Çok uzun yıllar çalıştım... Bir defa Avrupa’ya maça gittiğine rastlamadım… Hep ekibini gönderirdi…
Milliyet Spor Servisi’nde yüksek sesle konuştuğunu duyan olmamıştır…
Şükrü Gülesin, Coşkun Özarı, Metin Oktay, Can Bartu, Ziya Şengül, Vedat Okyar gibi şöhretleri yönetti…
Hepsi marka adamlar… Bir gün Nezih Abi‘yi kırmadılar…
Çünkü çok sever, çok sayarlardı…
İnsanlığı ile gazeteciliği yarışırdı… İkisinde de uzak ara şampiyondu…
Daha evli değilim, eşimi yemeğe davet ettim, evlilik teklifi yapacağım…
Ama cebimde delikli kuruş yok… Nezih Abi‘ye gittim. “Abi“ dedim, “Bu akşam arkadaşıma evlilik teklif etmek için yemeğe götüreceğim… Ama param yok…“
“Sen karışma, ben hallederim… Önce şu sayfaları yapalım, sonrasını bana bırak“ dedi…
Sayfaların yapıldığı sekreter odasına girdi, işleri tamamladı, masasına döndü… O masasının üstüne bir gazete kağıdı serdi, sonra servise döndü…
“Beyler“ dedi, “Kimin cebinde fazla parası varsa getirsin buraya bıraksın“…
O yıllarda ne 20’lik bankonotlar ne kredi kartları ne de gazetecinin cebinde para vardı…
Servis Nezih Abi‘nin masasının başında toplandı… 5‘er 10’ar lira, ceplerinde ne varsa attılar… O paralardan ufak bir tepecik oluştu…
Hepsini istifledi, parayı bana verdi…
“Yemeğe en kral yere götür… Aslan gibi evlilik teklifini yap… Arkanda biz varız“ dedi…
İnsanlık deseniz bir numara… Gazetecilik, habercilik deseniz, gene bir numara…
İmparator gibi adamdı… Yıllarca Milliyet‘te, Hürriyet’te müdürlük yaptı...
Büyüdükçe küçülmesini bildi…
Çalışanlarını büyüttü, kendisi hep geride kaldı…
Gene söylüyorum; Hiç almadı, hep verdi…
Bir Allah’ın kulunu kırmadan dev gibi servisleri yönetti…
Benim için gelmiş geçmiş en büyük haberciydi…
Sıkça kullanırım;
“Öldükten sonra yaşamak istiyorsan, yaşarken ölümsüz bir eser bırakacaksın…“
O kadar derin izler bıraktı ki, ölmesi ve unutulması mümkün değil...