Deri-Ben ve Şifalı Cinsellik

Yazıma Psikanalizin duayenlerinden Tevfika İkiz’in sözüyle giriş yapacağım;

‘BİZE İLERİDE İKİ BİLİM KALACAK, BUNLARDAN BİRİ KESİNLİKLE PSİKOLOJİ OLACAK.’

Şu anda geldiğimiz noktada ise bütün fizyolojik rahatsızlıkların altından bozulmuş bir ruhsal işleyiş çıkmakta. Ruhsallık bozulduğu anda, ya da daha en başından bir şeyler ters gitmiş ve işleyiş düzgün sağlanamamışsa beden er ya da geç hastalanmaya mahkum oluyor. Psikofizyolojik bir gözlükle baktığımızda ise beden hastalık yoluyla bizimle konuşmaya çalışıyor. Eğer ona kulak verir ve takip edersek ruhsal olarak nerede ve nasıl takıldığımızı ve hastalandığımızı bize anlatıyor. Tam bu noktada uzun zamandır dikkatimi çeken bir kuramı ve onun üzerinden ise bedenin nasıl hastalandığını ele almak istiyorum.

Haberin Devamı

Deri-Ben

Kuramın babası Didier Anzieu, annesinin trajik öyküsü nedeniyle psikanalize yönelmiştir. Başlarda Psikolog olarak çalışırken aynı zamanda dermotolojide de staj yapmıştır. Kuramcıların ortaya attığı kuramlar, kuramcıların kendi hayatları ile yakından alakalıdır. Kuramı ortaya atan kişiyi, acısını sanata dönüştüren bir sanatçı gibi düşenebiliriz. En nihayetinde bu alanda çalışan terapist, psikolog, psikanalistlere ‘yaralı şifacı’ demek yanlış olmaz.

Deri-Benin İşlevleri;

1) Deri dış dünya ile bizim ilk iletişim aracımızdır. Şöyle ki; anne karnına düştüğümüz andan itibaren kayıt tutan, bize dış dünya ile ilgili ilk uyaranları ileten deridir. Bu anlamda çok önemli ve hayatidir. Bebek dünyaya geldikten sonra da deri yolu ile birçok fikre sahip olur. Nasıl bir ortamda olduğunu, nasıl bir anneye sahip olduğunu deri yolu ile algılar.

2) Deri vücudu saran sarmalayan işlevinin yanı sıra toparlayan, şekil veren kapsayandır. İç organların bir arada durmasını sağlar ve zarar görmesini engeller. Bu derinin somut işlevidir, soyut anlamda ele aldığımızda ise derinin ruhsallığı bir arada tutan işlevi ile tanışmış oluruz. Tıpkı bedeni bir arada tutma işlevi gibi ruhsal bütünlüğü de sağlama işlevi vardır. Didier Anziue bunu şu şekilde açıklar;

Haberin Devamı

‘Ruhsallığın gelişmesinde derinin rolünün bu biçimde küçültülmesine karşı pek çok itirazım var. Yeni doğmuş bir bebekte değilse bile, embriyonda ilk önce dokunsal duyarlılık ortaya çıkar. Ve bu, kuşkusuz, deri ve beynin ortak nörolojik kaynağı dışderinin gelişmesinin sonucudur’

Didier Anziue’nun burada bahsettiği gibi deri oluşan ilk duyu organıdır, bu durum ruhsal açıdan çok önemlidir. Derinin embriyondan itibaren kayıt tuttuğunu düşünürsek ruhsal işleyişin, bedenin oluşmasından çok daha önce şekillenmeye başladığını söyleyebiliriz.

3) Derinin bir diğer işlevi ise dış dünya ile bizim aramızda bir sınır oluşturmasıdır. Diğer bir açıdan bakıldığında nerede başlayıp nerede bittiğimizi belirleyen, bize bireysellik kazandıran önemli bir işleve sahiptir. Deri aynı zamanda iç ve dış dünya arasında da sınır oluşturur. Erken bebeklik döneminde bebek çok fazla işgale uğrarsa bir diğer deyişle yeterli alan tanınmazsa ya da dış çevre tarafından aşırı uyarana maruz kalırsa yetişkin dönemde sınırla ilgili pek çok problem ortaya çıkması mümkün hale gelmektedir. Deri kendi bedenini , bireyselliğini ve bağımsızlığını ortaya koymak için kendine has önlemler alabilir. Derinin kendine alan tanıma çabasına örnek olarak alerjik astımı verebiliriz (tabi ki alerjik astımın tek nedeni bu değildir. Nedenleri kişiden kişiye değişiklik arz edebilir). Tam tersi bir durum söz konusu olduğunda, yani dış çevreden yeterli uyaran gelmediğinde beden bütünlüğünü korumak için deri hastalık üretmeye yatkın hale gelir. Örneğin anne, bebeğini yeteri kadar okşamadığında, kendi vücudu ile onu desteklemediğinde ve ona sıcaklığını sunmadığında deri bu sıcaklığı elde edebilmek için hastalık üretebilir. Deride meydana gelen herhangi bir hasarda anne bebeğinin iyileşmesi için ilaç, krem vs. yolu ile bebeğe dokunur. Burada bebeğin temel ihtiyacı annenin şefkatli dokunuşlarıdır.

Haberin Devamı

Cinselliğin Şifalı Yönü

Deri-Ben’den yola çıkarak cinselliğin hayatımızda olmasının tek nedeninin arzuları doyurmak olmadığını söyleyebiriz. Cinsellik bize, erken bebeklik döneminde dış çevrenin yeterli olamadığı, bedensel ve ruhsal bütünlüğü korumak adına gerekli uyaranları sağlayamadığı noktalarda yeniden bir şans tanıyor. Kişinin duygusal bir ilişki ile ‘ikinci doğumu’ gerçekleşiyor ve gerken bebeklik dönemine ait travmalar, eksik ve yetersiz kalan dış çevre işlevlerinin telafisi yapılıyor. Tabiki cinselliğin şifa veren yönünü açığa çıkarmak için önce duygusal bir tatmin gerekiyor. Öte yandan masajların, küçük aşk oyunlarının eşlik ettiği, hem ruhu hem bedeni tatmin eden bir cinsel yaşamdan bahsediyorum. Bedenin ve ruhun bütünlüğünü koruma işlevi cinselliğin en etkili ve önemli işlevlerinden biri gibi grünüyor. Dokunulmayan bir beden zamanla varlığından şühe duymaya başlar, bu şüpheyi gidermek için kendi kendine hasalıklar üretir. İşte bu noktada cinselliğin aktif olarak yaşamımızda varolması çok büyük anlam kazanıyor. Cinsellik bu işlevi ile bedenin hastalanmasının önünde bir bariyer görevi görüyor.