Haberin Devamı

Dünyamızın yüzde 70'i suyla kaplı ve bu miktar hiç mi hiç değişmiyor. Buna rağmen yüzde 97,5'i tuzlu su olması sebebiyle de insan tüketimine uygun değil. Hem dünya nüfusunun hem de sıcaklıkların artması sebebiyle de tatlı su sorunu yaşanıyor. Yakın bir gelecekte de tatlı suya olan talebin yüzde 55 artış göstermesi bekleniyor. Tatlı suyun yüzde 70 gibi bir oranı ise tarımda kullanıldığını, artan nüfusu beslemek için gıda üretimi 2035'e kadar yüzde 69 artacağını, elektrik enerjisi üretiminde soğutucu olarak da su kullanılıyor olduğunu, bu enerjinin yüzde 20 oranında artacağı konusunda fikir birliğinin oluştuğunu hatırlatmakta da fayda var.
Bu senaryoya göre istikrarsız ve farklı çatışmaların yaşandığı bölgeler tehdit altında görünüyor. İklim modellerinin kullanıldığı ve sosyoekonomik senaryoların baz alındığı bir çalışmada Dünya Kaynakları Enstitüsü’nden araştırmacılar 167 ülkede tahmini su tüketimi yeryüzü su kaynaklarını ölçtüler. Ve bulgular Orta Doğu’da dokuz ülke, önümüzdeki yirmi yıllık süreç içerisinde yıkıcı boyutlarda su stresi yaşayacağını belirtti. Bu ülkeler, Bahreyn, Kuveyt, Filistin, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Suudi Arabistan, Umman ve Lübnan olacak. Türkiye ise bu listenin 27'nci sırasında yer alıyor. Fakat risk çok yüksek!
"Sıfır Günü"
Bu senaryolar konuşulurken, Güney Afrika Cumhuriyeti örneğini vermek gerekir. Çünkü Güney Afrika Cumhuriyeti elli beş milyonluk nüfusuyla Afrika’nın incileri arasında sayılsa da burada alışılmışın dışında şeylerin başında ülkenin üç başkenti olmasından çok, Cape Town'da yaşanan "Sıfır Gün" adlı uygulamadan söz etmek gerekiyor. Artan kuraklık ile bir süredir mücadele etmekte epey zorlu süreçler atlattı; halen de izlerini yaşıyor. National Geographic de yaşanan su kıtlığına karşı önlem olmak amacıyla burada yerel yönetim tarafından planlanan bir projeden esinlenerek, kişi başı su tüketiminin günde yirmi beş litreyle sınırlanacağı ”Sıfır Günü” uygulamasından yola çıkarak, kurgusal bir anlatım ile harmanlanan "25 Litre" adlı farkındalık projesiyle bu sorunsala dikkat çekti. Neredeyse hiç televizyon izlemememe rağmen denk geldiğim bir belgesel ile o an her ne ile uğraşıyorsam bıraktım. İzledikçe sarsıldım, düşünmeye, hissetmeye ve o anı kendi zihnimde yaşamaya başladım. Su kıtlığı birçok kesim tarafından yüzlerce kez örselenen, dillendirilse de umursanmayan bir konu başlığıdır. Fakat bu belgesel muadillerinden farklı olarak bazı dikkat çeken nüanslar barındırıyordu. Senaryolu anlatım ile bambaşka bir şey izledik.
Bahsi geçen bu belgeselde, gelecekteki tüm dünyayı etkisi altına alacağı öngörülen su kıtlığına dikkat çeken ve bu küresel sorunun Türkiye'deki olası etkileri ustaca yansıtılıyordu. 2040 yılına gönderme yapan kurgusal bir senaryo ile su konusunda tasarruf bilincinin yerleşmemesi halinde yaşanması muhtemel zorluklar hakkında bilgi veren bu belgeselde, sevgili Gökhan Özoğuz’un uzmanlarla ve sevgili Özge Özpirinçci ile yaptığı görüşmelerle de farklı bir hal aldığını, çünkü farkında olmasak da dünya gündemindeki su kıtlığı sorununu Türkiye özelinde masaya yatırılması gerekiliyordu.
İlk yayın tarihi 22 Nisan Pazartesi günü olduğunu öğrendim. Bakıldığında neredeyse bir aydan daha fazla süredir bu projeye denk gelmemiş olmamın eminim ki tek sorumlusu benimdir. Yine de bilinmelidir ki; doğru ve güzel olan bir gün mutlaka açığa çıkar. Bu açıdan bakıldığında ise ana fikri, kurgusu, sinematografik bileşenleri ile bütünsel olarak verdiği mesajlar oldukça netti: Suyunu koru, geleceğini kurtar! Nitekim su konusunda stresli sayılabilecek ülkeler arasında bulunan Türkiye'de 2015 yılında 1.422 metreküp olan kişi başına düşen su miktarı, 2017 yılı itibarıyla 1.386 metreküp olarak hesaplanmıştı. İklim değişikliği ve artan popülasyon, çarpık şehirleşme ve endüstriyel gelişmeler, doğrudan ve dolaylı su kullanım alışkanlıklarımızla bu sınavda sınıfta kalacağımız yüksek ihtimalli bir gerçek. Ta ki olumlamalarımızı bırakıp, gerçekçi bir bakış açısıyla duruma yaklaşıp farkına varana dek!
Öyle ki; coğrafi koşulların gelecekte tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kişi başına düşen su miktarının azalmasına neden olacağı öngörülen bir gerçek. Artık tolere edilemeyecek, oluruna ise hiç bırakılabilecek bir durum olmadığının farkındalığına kavuşmalıyız. Çünkü tüm bu kritik süreçler neticesinde alınması gerekilen reaksiyonun doğurabileceği sorunları kestiriyor olmak gerekiyor. Bu açıdan gerekli gördüğüm ve sona erdiğinde gerçek anlamda etkilendiğim bir belgeseldi. İzledikten sonra birçok alışkanlığınızın değiştiğini ve bakış açınızın eskisi gibi olmayacağını göreceksiniz. Unutmayalım ki, her insan bir dünyadır; bizi ancak bizler kurtarabiliriz.