Fransız yazar Denis Diderot, ataerkil sistemin despotizmi beraberinde getirdiğini ve kadınların bu sistem içerisinde haksız yere muamele gördüğünü söylüyordu. Nihayetinde feminizmi, erkekler için de var olduğunu söylemekten çekinmiyordu. Bu kavram Türkiye’de yıllardır devam eden feminizm tartışmalarını ölçülü bir bakış açısıyla bütünleştirememesi sebebiyle sürekli olarak boyut atlıyor.

Hiçbir zaman tam olarak yerine oturtulamamış fikir ayrılıkları neticesinde, birçok kavramın ve ideolojiyi oluşturan öğelerin yanlış anlaşılmasını sağlayan bulgulara rastlayabiliriz. Bu bulguların oluşması için de bazı bilinçsiz feminist grupların ithamları ve izledikleri yanlış politikalar başı çekmekte. Nihayetinde kavram da kavramın savunduğu görüşler de aynı fikre sahip topluluklar için fikir ayrılığı yaratıyor. Feminizm politik bir görüş haline geliyor ve savunduğu sav ile çelişir hale geliyor. Çünkü en basit tabiriyle feminizm, cinsiyet fark etmeksizin bir cinsiyeti diğerinden üstün kılan düşünce yapılarını kırmaya çalışan, herkesin eşit haklara sahip olduğunu savunan bir görüşken; feminizm kadın üstündür diye bağıran, erkekleri düşman gören bir görüş olarak yankılanıyor. Feminist bireyler bu kavramın kendilerini ifade etmediğini her seferinde söylüyor ama feminizm de kendi dinamiğini yansıtamayan yanlış tutumlar içeriyor.

Haberin Devamı

"Feminizm Yanlış Lanse Ediliyor"

Feminizm, despot düşüncelere ve ideolojilere karşın savaşan bir fikirken, kendi içerisindeki düzeni ve işleyişi anlayamayan bireyler sebebiyle ne yazık ki yanlış lanse ediliyor. Bu tutum dolayısıyla da asıl misyonunu tam anlamıyla gerçekleştiremiyor. Belki de bu sebepten ötürü, feminizmin Türkiye’de kabul edilmesinin süreci askıya alınıyor. Halk bu kavrama uzak kaldığı için tanımlamakta güçlük çekiyor ve toplum tarafından atfedilen tanımları feminist bireyleri ifade etmek için kullanılan söylemler değişiyor.

Günümüzde toplum yapısı ve çağ gereksinimleri gereği çeşitli form ve kalıplar değişerek, ana öğelerini yitiren bir düşünce bulutu halini alıyor. Çünkü dünyanın her yanında kadınlar ve erkekler doğal haklardan aynı derecede yararlanamadıkları için feminizm böylesine önemli bir dengeleme sürecini başlatmakta haklıydı. Ta ki kavram hakkında yanlış bilgilerin doğmasına sağlayacak davranışların kabul görmesine dek!

Haberin Devamı

Feminizm kadınların üstünlüğünü değil, her iki cinsiyetinde eşit olduğunu savunurken; böylesi bir kavramın yanlış yorumlanması ve farklı odaklara çekilmesi sonrasında kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıklar bir eşitsizlik nedeni olamayacağını dillendirmeye ve erkekleri bu hak mücadelesine katılma sürecini baskılıyor. Eğer feminizm, cinsiyetçiliğe ve cinsiyetçi baskıya karşı bir hareket ise, cinsiyet rollerinin erkek kadın fark etmiyor olması gerekir. Bu durumda toplum üzerinde kurduğu bu sert ve yanlış baskıya erkeklerinde ses çıkarması da gerekmiyor mu?

Toplumun erkek üzerine kurduğu baskı da kadınların kurduğu gibi son derecede ağır ve taşıması zor olan bir yük olarak atfedilebilir. Çünkü toplum öğretileri bu gerçeklikten payını almış gibi görünmüyor. Türkiye’de geçmişten günümüze değin çocuğun bakımında ve büyütülmesinde kültür içinde inşa edilmiş cinsiyete dayalı rollerin cinsiyete göre düzenlenmiş olduğunu biliriz. Büyükçe bir kısım insan da halen bu fikri savunur. Halen insani yaşam gereksinimleri için yapması gereken görevleri yaparken toplum tarafından dışlanır. Bu argüman bize, toplum nezdinde kavramın karşılık bulamamasının altında yatan gerçeklerin ne olduğunu da apaçık gösterir. Toplum, tüm bireyleri baskılar; roller atanır ve bu roller neticesinde çeşitli kimlikler doğar, büyür ve yaşar. Tıpkı insan gibi sosyal roller de gelişigüzel şartlardan beslenir. Aksi halde hareket eden dışlanır; dışlanmakla da kalmadığı gibi toplum baskısını üzerinde hissetmeye başlar. Bu sosyal açıdan bireyin dış etkenlere karşın vermek üzere olduğu ilk mücadelelerden biridir. Nitekim de bu süreç bireyin alacağı reaksiyona göre şekillenir. Fakat burada önemli olan nokta şu ki; birey, eğer toplum normlarını hiçe sayacaksa bir sava inanç duymalıdır. Bu feminizm de olabilir, toplumun kabul ettiği genelgeçer yanlışlara karşın bir başkaldırı da!

Haberin Devamı

Benzeri iş bölümünün olduğu toplumsal yapılardan bahsedecek olursak; kadın ve erkek için çeşitli ve her şeye rağmen biçimlendirilmiş beklentilerin yaratıldığı anlarız. Kültürel kalıplar yüklendiğini ve bu kalıpların kırılmasının zor olduğuna da kadınların hayata faal bir katılım göstermesini engellendiğine dair fikir birliği yaptığımızı da biliriz. Bugün her yerde rast geldiğimiz eşitsizliğin ortaya çıkmasına da sebep olan şeylerin ne olduğunu konuşacak olursak, garip bir açmazın içerisine dahil olabileceğimizi de anlarız. Çünkü norm sapmaları bireyleri bir sosyal rol arayışına iter. Aidiyet hissetmezse dahil olmaz; dahil olmazsa da dışlanmış sayılır.

"Tektipleşme"

Türkiye’de feminizm kadın kimliğini reddetmek ve erkek kimliğine evrilmeye varana dek de gidebilir. Nasıl ki; toplum kadına bir rol atıyor ve bu toplumun atadığı sosyal rol oluyor, benim eleştirdiğim şeyler de belki de söylemlerimden doğacak hareketle birtakım bireylerin beni yergi sürecine girmesine fırsat tanıyor. Yüzyıllar önce doğmuş birçok fikrin halen bugün tartışılabildiğini düşünürsek, benim düşüncem de pek ala eleştiriye açıktır. Niyetim feminizmi ya da tam karşıt görüşünü kendime yakın gördüğüm ideolojiye dair yermek veya yok saymak değil. Yüzyıllardır var olan doğruların belki de yanlış olabileceği kanısına bireyleri düşünmeye davet etmektir. Çünkü toplum, ataerkil kimlik ve toplum normlarının kabul etmekte epey istekli. Fakat herhangi bir birey veya cinsiyet için ideal bir kimlik biçimi dünya üzerinde bulunmuyor.

Her bireyin benliğinde farklı bir karakter taşır. Davranışlar ve fikirler çevresel faktörler ile homojen olabilir ama burada önemli olan şey şu; birçok feminist kadın günlük konuşma dilinde adeta daha erkeksi bir jargon kullanmayı uygun buluyor. Ve bu da tüm cinsiyet kalıplarının dışında, tektipleştiren alternatif bir sistemin parçası haline getiriyor. Hem eşitlik isteyip hem de erkeği aşağılamak da görülen en yaygın sorun. Tüm bu sorunların yapıtaşında, Türkiye’de can çekişen ve halen yeterince tanınamayan bir feminizm görüşünün yattığını düşünüyorum.